ABLUKA
25 EYLÜL – 2 KASIM 2013
Doğa, sanatçı ile olan ilişkisinde, figürler için bir yaşam alanından, yaratıcısı için bir ilham kaynağına dönüştüğü sanat dönemlerine kadar, sürekli devam eden bir sanat objesi halindedir. Modern resmin ustalarından Cezanne, “Doğayı okumak demek; uyumu saklayan görünmez örtüyü kaldırıp, altında gizlenenleri tanımlayabilmek demektir.” sözüyle anlatmıştır aslında; doğanın sunduğu tüm unsurları ile birlikte insan için nasıl verimli bir kaos yarattığını. Bahsedilen görünmez örtüyü kaldırmak ve saklı olan uyumu keşfetmek, doğanın da tinselliğinin ve estetiğinin keşfi için insanın biçimlendirişine duyduğu ihtiyacı ortaya koyar. Doğa artık sanatın bir nesnesidir. Farklı pentürler ile tekrar tekrar keşfedilmekte, yorumlanmakta ve sunduğu yaşam alanı giderek küçülürken, ortaya çıkardığı yaşam simülasyonu büyümektedir.
Sanat dönemi içindeki çarpıcı doğa kesitlerini incelediğimizde, ressamın algısındaki öznel seçiciliğin ve anlam verme çabasının başyapıtlardaki yansımalarına rastlarız. Cezanne için tutkulu bir saplantı olan Sainte-Victorie Dağı, Monet’nin ışığın her halini resmettiği ünlü nilüfer havuzu, Millet’in yoksul köylülerinin hasat topladığı tarlaları, bu alanları ressamının anlatımı için bir araç yaparken, aynı zamanda onları, ressamına yön veren önemli kaynaklardan biri haline getirmektedir. Nesnel olmaktan çıkan bu doğa unsurları, artık onları tekrar yaratan fırçalarla özdeşleşmiş ve varlıklarını zaman-mekan uzamından sıyrılmış halde, yeni bir tinsel biçim içinde sürdürmektedirler. Doğa ile insan, boyanmış olan üzerinde, zihinsellik içinde uzlaşmışlardır. Bu açıdan resim, bir uzlaşım alanı olmuştur.
21. yüzyılda ise, doğa ve insanın uzlaşabildiği pek az alan varlığını sürdürmektedir. Sözgelimi, bir ‘’park’’ kaosa adapte olarak doğallığından endüstri ile arındırılmış insanın dinginlik ve düzen alanıdır. Metropol yaşamının altında ezilip ressamının ilham dünyasını beslemeye mecali kalmayan doğal yaşamın, kurtarılmış bölgesidir. Otoritenin kendisini düşünerek, fakat kendi fikrini sormadan inşaa ettiği yaşamı benimsemek zorunda kalan insan için ise, birkaç ağaçtan ibaret olmayan bir değere sahiptir artık; sahip çıkılması gereken, benliğini ayakta tutan değerlerin tümüdür. Anıtsal bir semboldür. Bu sembol elbette ki taşıdığı yoğun anlamın kazandırdığı değerle, karşıt kesimlerin zapt etme arzusunu beslemektedir. ‘’Abluka burada başlıyordu çünkü’’ der şair Turgut Uyar. Dinginlik ve düzen alanı olan doğa, eğer muhafaza edilmek için yüzyıllardır ilham verdiği yaratıcılarının zihnine ihtiyaç duyuyorsa, o noktada ressam artık pasif olma hakkına sahip değildir. İzleyen, gözlem yapan, boyalar ile kaydeden ve anlatan kişi olarak, var olan düzenin kendisinden almak istediği ne varsa, doğanın kurduğu düzeni hayatta tutmak için sanatını bir araç olarak kullanmalıdır. Bu araç, doğa ile insan arasındaki iletişimi izleyiciye sunan, pasifliğin bittiği noktada başlayan direnişe kadar süren ama mutlaka varlığını ve ayakta olduğunu ispatlayan ressamın fırça izleridir.
Akademililer Sanat Merkezi, doğa ile insanın ilişkisini konu edinen, karma resimlerin sergilendiği ‘’Abluka’’ isimli sergisinde izleyici ile buluşuyor. Sergi 25 Eylül – 2 Kasım tarihleri arasında ziyaret edilebilir.
Eserleri sergilenen sanatçılar: Mustafa Albayrak, Aslı Altınışık, Resul Aytemür, Nehir Çetin, Gizem Enuysal,Süleyman Erdal, Kader Genç, Işıl Güleçyüz, Mahir Güven, Ayhan Işık, Nilfer İnandım, Kemal İskender, Sinem Kaya, Hüsnü Koldaş, Eylül Köksümer, Yasemin Kuşi, JoelMenemşe, Ahmet Merey, Mustafa Orkun Müftüoğlu, Vasıf Pehlivanoğlu, Hülya Sözer, Özlem Üner, Yağmur Yılan
Açılış: 25 Eylül 2013, Saat: 18:00
Yazı: Eylül Köksümer
Güncel Sergi